Zümrüt Dilekoğlu yazıları ile artık mersinmeydan.com’da.
Dilekoğlu “Büyüklere Masallar” başlıklı ilk yazısı ile iki farklı dönemde geçen benzer iki hikayeyi siz okurları için kaleme aldı.
İşte o yazı;
BÜYÜKLERE MASALLAR
İki farklı zaman
İki farklı toplum
İki farklı anlatım
İki farklı karakter
Benzer hikaye…
Binlerce yıllık zaman farkına rağmen, biri Yunan mitolojisinde geçen diğeri ise Kuran-ı Kerim’de ayeti bulunan, isimleri farklı ama yaşadıkları döneme etkileri aynı olan karakterleri tanımaya çalışmak zaman heyecan verici olduğunu düşünmüşümdür. Gelelim kahramanlarımızın hikayesine…
İlk hikayemiz M.Ö. 700’lü yıllara dayanan Yunan Mitolojisindeki hekim tanrı Asklepios.
Apollon ile kral kızı olan ölümlü Kronis’in oğludur. Asklepios’u at adam Kheiron yetiştirmiştir. Kherion doğanın içinde doğayı anlayarak ve onu öğrenerek yaşamaktadır. Bu bilgilerini Asklepios’a aktararak hekimlik sanatını öğretmiştir.
Zamanla hekimliğin ve cerrahlığın bütün bilgilerini öğrenir ama bununla yetinmez Asklepios. Ölüleri diriltebilmek için doğada araştırmalar yapar. Bir gün Tanrıça Athena Gorgo canavarını öldürdüğünde bedeninden akan kanı toplayarak Asklepios’a verir. Canavarın sağ tarafından akan kan zehirli, sol tarafından akan kan ise faydalıdır. Asklepios, şifalı kanı insanları diriltmek için kullanmaya başlar. Tanrılar tanrısı Zeus doğal düzenin bozulduğunu, bu aşırı gücün ve hadsizliğin cezasız kalmaması gerektiğini düşünerek Asklepios’un üzerine bir yıldırım yollayıp onu yakarken, ünlü hekimin son demlerinde yazdığı bir reçete de yanarak çimlerin üzerine düşmüştür. Üzerine yağan yağmurla toprağa karışan reçetenin bulunduğu yerde her derde deva sarımsak yetişmiştir.
Şimdi bir de M.S. 610 inen Kuran-ı Kerim’ de adına sure olan Lokman Hekim’i tanıyalım.
İnsanlara şifa vermek için kendini geliştiren, hastalıklara doğada çare arayan Lokman Hekim, zahiri ve batini tüm hekimlerin başı olarak tanımlanır.
Anlatı o ki, halk Lokman Hekim’e gidip “Yaşamayı çok seviyoruz ve hiç ölmek istemiyoruz. Bu derdimize yani ölüme çare bul” der. Bunun üzerine dağları, tepeleri, dereleri, ovaları dolaşıp ölümsüzlüğü sağlayacak bitkiyi aramaya başlamış.
Bir gün yine bu uzun uğraş sonunda yorgun düşmüş ve bir ağacın altında uyuya kalmıştır. Bir ses duymuş” Ey Lokman, dağ, dere, tepe deyip aradığın ölümsüzlük bitkisi benim. Bundan böyle ne insana ne de hayvana ölüm yok”. Hemen bitkinin söylediklerini bir deftere not etmiş. Yaşadığı yere geri dönmek için yola koyulmuş. Ceyhan nehri üzerindeki Misis Köprüsü‘nde duraksamış. Defteri de elindeymiş. Defterine yazdıklarına bakarak ilacı yapmaya koyulmuş. Rivayete göre bulduğu bitki sarımsak tohumudur. İksiri tam yapıp bitireceği sırada, aniden esen rüzgar defteri de, bitkiyi de uçurarak suya düşürmüştür. Tanrının yönlendirmesiyle esen rüzgarın Cebrail’in kanadından oluşturduğu da söylenmektedir. Bu olaydan sonra sarımsağın tohumunun yok olduğu, sarımsağın ancak kendisini ektiğinizde çıkan bir bitki olarak yeryüzünde varlığını devam ettirdiği de dile getirilir.
Aralarında yüzlerce yıllık fark olmasına rağmen anlatılardaki benzerlik her zaman dikkatimi çekmiştir. Tabi bu tarz hikayelerde farklı anlatılar da söz konusudur. Sözlü gelenekle dilden dile aktarılan efsaneler elbette değişim gösterecektir. Mitolojinin gerçekliğini sözün dışında aramak boştur. Asıl olan bu hikayelerdeki sözün gücüdür.
“Büyüklere masallar” olarak nitelendirdiğim mitoloji hikayelerinde tekrar buluşmak üzere…